Hayatım süresince tecrübelerimle fikrimde doğan şudur ki:
Ümitsizlik ve karamsarlık en dehşetli bir hastalıktır ki, İslam Dünyasının kalbine girmiş. İşte o ümitsizlik ve karamsarlık ki bizi öldürmüş gibi, ortadoğuda bir-kaç milyonluk küçük bir devlet, yeryüzünde bir milyar sekiz yüz milyon Müslümanları kendine hizmetçi ve vatanlarını sömürge hükmüne getirmiş. Hem o ümitsizlik ve karamsarlık ki, yüksek ahlâkımızı öldürmüş, genel çıkarı bırakıp şahsi çıkara bakışımızı özelleştirmiş. Hem o ümitsizlik ve karamsarlık ki, manevi kuvvetimizi kırmış. Az bir kuvvetle, imandan gelen manevi kuvvetle kısa bir sürede doğudan batıya kadar hükmü altına aldığı halde; o harika manevî kuvvet , ümitsizlik ve karamsarlıkla kırıldığı için, zalim yabancılar beş yüz yıldan beri şimdi iki milyara yaklaşan Müslümanı kendilerine esir etmişler. Hattâ bu ümitsizlik ve karamsarlıkla başkasının lâkaydlığını ve bezginliğini kendi tenbelliğine özür zanneder "Neme lâzım" der, "Herkes benim gibi berbaddır" diye İslamın getirdiği ve gerektirdiği cesareti ve yiğitliği terkedip İslam için gayret göstermediği gibi mücadele de etmiyor. Madem bu derece bu hastalık bize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor; biz de o katilimizden kısâsımızı alıp öldüreceğiz.